24 Nisan 2014 Perşembe

Çanakkale ve şefkat kahramanları Baştan sona bir destandır Çanakkale. Mehmetçiğin aslanlaştığı aynı zamanda şefkat kahramanı kesildiği, yokluğun en üst seviyede olduğu zamanlarda iman zaferinin bayraklaştığı, bütün bir milletin istikbâlini pazara çıkarıp ölüm kalım mücadelesi verdiği yerdir Çanakkale. Çanakkale Zaferi; dünya tarihinde bir dönüm noktasının yaşandığı, güç dengelerinin değiştiği, olayların akışı üzerinde Türk milletinin belirleyici bir rol oynadığı Türk ulusunun kahramanlık ve fedakârlığının doruk noktasına ulaştığı bir prestij ve azmin mücadelesi olmuştur. Çanakkale Zaferi, kahraman askerlerimizin, cihanı hayrete düşüren bir iman ve kahramanlık destanıdır. Bu zafer, milletimizin, iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir. Türk Ordusu'nun Çanakkale'de vermiş olduğu bu büyük mücadele; sadece dünya tarihi üzerinde yarattığı büyük etkiyle değil. Çanakkale Zaferi, vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı söz konusu olduğunda, Türk milletinin neleri başarabileceğinin de en güzel kanıtıdır. Bu destanı bizler yani yaşamayanlar hakkıyla anlatamaz. Bu şanlı zaferi savaşın kahramanları ve onların hikâyeleri anlatabilir. İşte onlardan iki örnek: Hüseyin isminde bir er yaralanmış ve sargı yerinde tedaviye alınmıştı. Ancak yarası çok ağırdı. Durumunun ümitsiz olduğunu kendisi de hissediyordu. Onu çok seven arkadaşları etrafında pervane gibi dönüyor, son anlarında can dostlarını mutlu etmek için elinden geleni yapıyorlardı. Bu arada hastalara taze ekmek gelmişti. Hemen bir yarım somun da ona uzattılar. Hüseyin somunu aldı, tam ısıracakken birden durakladı ve yeniden ekmeği başucunda bekleyen Mehmetçiklere uzattı. Onların yemesi için ısrarı üzerine, şu sözleri söyledi: Kardaşlarım!.. Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Ben nasıl olsa şimdi işe yaramadan öleceğim.. Alın, bunu çarpışacak yiğitlere yedirin de ekmek boşa gitmesin... General Guro anlatıyor: Bir gün, bir taarruz sonrası cepheyi dolaşıyordum, yaralı bir Fransız subayını gördüm ve elini sıkmak istedim. Elimi sıkmadı ve benim değil, şu Türk subayının elini sıkınız, o olmasaydı ben şimdi ölmüştüm diyerek ilerde baygın yatan Türk subayını gösterdi. Sebebini sordum, subay şöyle devam etti: İkimiz de ağır yaralı idik. O kendi yarasına aldırmadan sargı paketini çıkardı ve benim şaşkın bakışlarım arasında boynumdaki yarayı sardı. Rica ederim, yalvarırım onu kurtarınız. General çok meraklanır, acaba bu Mehmetçik neden kendi yarasına bakmamış da, düşmanını tedaviye çalışmış. Merakını yenemeyip işin aslını soruşturur ve şunları öğrenir. O Fransız subayı yaralanmıştır. Bir kenara çekilir, elini cebine atar ve cebinden cüzdanını çıkarır. Cüzdanın içinden yaşlı bir kadın fotoğrafı çıkarıp, bakar, bakar, sonra öper, yüzüne gözüne sürer... Mehmetçik, onun annesi olduğunu tahmin etmiş ve demiştir ki: Beni bekleyen ne annem var, ne de babam... Ben ölsem arkamdan ağlayan kimsem olmaz... Ama bu arkadaşın onu bekleyen bir annesi var. Bari o sağlığına ve annesine kavuşsun... İman ve ihlâsla yoğrulmuş adeta bir şefkat abideleri, haksız yere kimseye kıymamışlar. O amansız savaşın içinde şevkat ve merhametleri sayesinde düşmanları tarafından bile takdir görmüşlerdir. Bizler bu yüce duyguları nereden aldık ve sonra nerde, nasıl kaybettik. Üzerinde uzun uzun düşünmeye değmez mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder